Bugün, 26 Nisan 2024 Cuma

Kemal MENCELOĞLU


RAHMET OLSUN MEHMET AKİF


 Gönülden okunursa İstiklal Marşı,

  Sadece arzı değil inletir arşı.

5 Ekim 2019 Cumartesi akşamı, “ Kim milyoner olmak ister?” yarışmasını hep beraber izledik. Sekiz yıldır bir televizyon kanalında önce Kenan IŞIK (kendisine Rabbimden acil şifalar diliyorum) ile başlayan, Selçuk YÖNTEM ve Murat YILDIRIM ile devam eden proğram, şimdi ise Kenan İMİRZALIOĞLU sunumuyla izleyicileriyle buluşuyor.

Milyonluk soruya kadar gelen ve yeni sezonla birlikte final buluşmasıyla başlayan proğramın konuğu iki bin doğumlu Arda AYTEN isimli bir gencimizdi. Soru vatan, yurt, kan ve toprak kelimelerinin hangisi daha az geçmektedir şeklindeydi.

Kırk bir mısra ve on kıtadan oluşan dünyanın en güzel İstiklal Marşını bu delikanlımız ve şuurlu gencimiz defalarca tekrarlayarak, hafızasını zorlayarak ekranlarda bütün milletimize dinletti. Çok hayırlı bir işe vesile oldu. Her bir dörtlüğü apayrı ve müstakil bir destan olan bu şiirin altıncı kıtası olan;

 

“Bastığın yerleri “toprak” diyerek geçme, tanı!

Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı.

Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır atanı.

Verme, dünyaları alsan da, bu cennet vatanı.”

 

Kısmını hatırlayamadığı için devamlı tekrarlayarak destanı baştan sona kadar okudu. Çok da iyi oldu. Çünkü bu milli marşımızı bizim her gün okumaya, anlamaya ve kavramaya ihtiyacımız var. O bize bir milletin ölüm- kalım mücadelesini en veciz bir şekilde anlatmaktadır.

 İşgal edilen bir vatan, çekilen acı ve ıstıraplar; yediden yetmişe verilen köklü bir mücadele... Binlerce Şehit, binlerce Gazi, binlerce dul ve yetim. Tütmeyen bacalar, hasta ve kocalar, yıkılmış ocaklar. Açlık, yoksulluk ve sefalet her yerde her hanede. Akif’in deyimiyle her yer her şey harap olmuş, turan olmuş.

Bütün bunları tekrar hatırlamaya, hak ve adalet; yiğitlik ve cesaret; sabır ve metanet duygularımızı yeniden canlandırmaya ihtiyacımız vardı. O gece onu öğrendik. Çünkü o gece Mehmet Akif ve İstiklal Marşı gecesiydi. 19 yaşındaki bir gencimiz bize, “her gün bir kitap okuyorum, bu marşı her gün okumalıyız, daha fazla çalışmalıyız” diyerek gözlerimizin içine bakarak yüzümüze dönerek eksiklerimizi söylüyordu. Bizi dize, gerçeği yüze getiriyordu. Çünkü yüzümüze söylemeyince bazı hakikatları anlayamıyoruz.

Yedi yüz yirmi dört şairin yazdığı şiirlerin içinden seçilmişti İstiklal Marşımız. 12 Mart 1921 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde okunurken, göz yaşları içinde dinlenirken Merhum Akif mahcup ve utangaç bir halde salonu terketmiş, dışarı çıkmış. O nasıl ki, ezanı hep ayakta dinlemişse, onun yazdığı bu milli destanı da okunurken bu millet ayakta dinlemektedir. Ezana saygı Allah’ın emri, bu destana saygılı olmak ise millet olmamızın bir gereğidir.

   

AKİF ZENGİN MİYDİ?

Ödüllü olması hasebiyle yarışmaya katılmayan Akif’i arkadaşı, Balıkesir mebusu ve  alim bir zat olan Hasan Basri ÇANTAY ikna etmiştir. Beş yüz lira gibi o gün için büyük bir servet sayılan ödülü almayan Akif’in cebinde beş bin lirası yoktu. Sadece iki lirası bulunuyor ve yağmurlu havalarda meclise giderken arkadaşının paltosunu emaneten kullanıyordu.    

Bu din de, bu devlette ve bu millette hep hamiyetperver insanların sayesinde ayaktadır. Onlar dünya serveti ve şöhretine değil ahiret sevdasının taliplileri olmuşlardır. Mücadelede en önde olanlar genelde mükafatta hep en sona kalırlar. Ben yaptım, ben ettim demeyi; kul hakkı yemeyi, adaletsizlik etmeyi hiç sevmezler. Onlar nadide çiçekler gibi her yerde bitmezler ama kokuları uzaklardan hissedilir.

 

   ATATÜRK VE AKİF

Bu ikilinin ilişkisi çok ayrı bir konudur. Herkesin bildiği gibi her ikisi de çok büyük ve mühim şahsiyetlerdir. Bu millet için fedakarlıkların en büyüğünü yapmışlardır.

 

Bazen olur dostlar da uzak düşerler birden,

Onların ayrılığı yara açar derinden,

 

Üzerinde çok konuşuldu ve daha yıllarca da konuşulacaktır. “O olmasa Kurtuluş Savaşı eksik kalırdı” diyen Atatürk’ün önderliğine ve liderliğine de Akif inanmış; ancak onunla milli mücadelenin başarıya ulaşacağını her yerde ifade etmiştir.

Aslında bir birlerini tamamlayan biri cephenin, diğeri cephe gerisinin lideri olan bu insanlar, işgalin son bulması, bunalımlı günlerin yok olması için fikir birliği yapmışlardır.

 

Hakkıdır hür yaşamış bayrağımın hürriyet,

Hakkıdır Hakka tapan milletimin İstiklal!

 

Mısraları Atatürk’ün en çok beğendiği bölümdür. Bununla birlikte ayrıştığı ve anlaştığı bir çok noktalar olmuştur.

 

   GURBETTE GEÇEN YILLAR

Akif çok sevdiği ülkesinden, destanını yazdığı milletinden ömrünün son yıllarında ayrılmış, “Gönüllü Sürgün Yılları” yaşamıştır. Mısır’da yani Kahire yakınlarında Hilvan denilen yerde kalmıştır. Türk Milletinin, İslam ümmetinin sevdalısı olan bir fikir adamının Mısır’da onbir yıl kalması izah edilir bir şey değil. 1925’de ayrıldığı ülkesine 1936’da dönmüş, hastadır ve bir kaç ay içinde de rahmeti Rahman’a kavuşmuştur.

“Mısır’dan gemiyle üç gecede geldim. Bu üç gece otuz asır kadar uzun sürdü. Orada 11 yıl kaldım, fakat öyle bir an oldu ki, on bir gün daha kalsaydım çıldırırdım.” Diyen Akif, cennet gibi yurdundayım ya çok şükür... der. “ Ne mutlu bana ki, Peygamberimin yaşında ölüyorum. “ sözü de ona aittir.

Diyebilirim ki, Akif destanını yazdığı, mücadelesini bayraklaştırdığı milletine hasret gitmiş; aile efradının her biri çok acı ve ıstırap çekmiştir. Hak etmediği muamelelere maruz kalmışlardır. Fakat bu millet onun değerini bilmiş, adının anıldığı yerde saygıyla eğilmiş; yüzlerce Cami, okul, cadde ve park yerlerine içinden gelerek, gönlünden gürleyerek onun adını vermiştir.

Son günleri sessiz ve sedasız geçmiştir. Bursa’nın işgalini “Bülbül” şiiriyle anlatan Akif kendisi de bülbül gibi şakıyamamış, içine kapanmıştır. Bazen susmak en büyük cevaptır anlayanlara. Arkasına hafiye takıldığını, horlandığını gören ve buna inanan Akif; son söz olarak şöyle seslenmiştir karanlık köşelere, kifayetsiz kişilere:

 

Bırak ihanet tam alnımdan vursun beni,

İsterlerse karanlık zindanlarda boğsun,

Eğer ölümüm yaşatacaksa Devleti,

Bu canı koruyan nefse yazıklar olsun.