Bugün, 9 Mayıs 2024 Perşembe

Muzaffer GÜNAY (AŞK HİKAYELERİ)


ÖĞRETMENDİR BENİM YÂRİM (10)

UNUTULMAZ AŞK HİKAYELERİ


 

          Zeynep gideli birkaç olmuştu

            Bakkal Zeki amca, aynı zamanda köyümüzün posta acentalığını yapıyordu. Bir şeyler almak için Dükkanyanı’na indim. Doğruca Zeki amcanın bakkalına girdiğimde bana bir müjde verdi :

            “ Sana mektup var yeğen.”

            Şaşırmıştım doğrusu:

            “ Kimden acaba?” diye sorduğumda, “Bilmem, dedi, zarfın dışında isim yok”

            Zarfı ve ev ihtiyaçlarını alıp bakkaldan çıktım. Bir an önce mektubu okumak arzusuyla uygun bir yer bulmalıydım. Boşnoğ Remzi dayının avlusunun bitimdeki devasa ceviz ağacının dibine oturdum, etrafımı tarayıp  kimsenin beni görmediğinden emin olduktan sonra zarfı açtım. Bir mektup kağıdı ve bir de kırmızı gül yaprağı… Mektup kağıdını okumadan en altına baktım. Zeyneb’imin  ismi ve imzası. Bir de ortasında benim adımınyazılı olduğu kalp resmi. Benliğim sarsıntı geçiriyordu. Kırmızı gonca gülü koklayıp içime çektim. Kalp resmini de öpüp kalbimin üstüne bastırdım. Elimde olmadan ;“ Zeyneb’İm, Sevda çiçeğim!” diye inledim. Sevinç ve heyecandan nefesim tıkanmıştı abartısız söylemem gerekirse. İlk satır ve devamını okurken, kalbimin duracağını sandım. İşte birkaç satır:

            “Gurbet kuşu Zeynep’ten, gül kokulu Ekremciğime…

            Geldiğim ilk günden beridir hep seni sayıklıyorum bitanem.  Gurbete alışmam hiç de kolay olmadı. Okula, arkadaşlara  alışmak da keza. Senden uzaklarda olmanın ıstırabı ile gün akşam, akşam da sabah oluyor. Fakat, zaman bir türlü geçmek bilmiyor. Çektiğim ruhi ıstırabı anlatmaktan aciz kaldığımı anlatabilir miyim;  hiç sanmıyorum.

            Adresimi bilmediğin için mektup gönderemedin; buna inanıyorum kuşkusuz. Bundan böyle sık sık mektuplaşmaktan başkası yalan. Esen kal karasevdam!”

            Zarfı katlayıp cebime koydum. Birlikte olduğumuz zamanlar, bir film şeridi halinde geçiyor zihnimden. Birlikte fındık bahçelerinin kuytuluklarında   buluştuğumuz mavi günler. Çökeleği ekmekle katık ettiğimiz sıcak yaz günlerinden hatırladığım nice anılarımız. Yaprak budamak için çıktığım karağaçtan yere vurduğumda bitişik bahçeden seğirterek  kanayan burnuma yaşmağını tıkaç yaparak kanamayı durdurması… ve daha ne anılar.

            Beni unutmamıştı. Ama ben okumuyordum ki. O, öğretmen olacaktı, çok çok beş sene sonra. Ben ise sıradan bir köylü kozalağı. Büyük ve derin bir uçurum girecekti aramıza. Hiç kimse, Allah’ın bir kulu bile beni ona layık görmeyecekti. Benim de bir mesleğim olmalıydı. Geçerli bir meslek hem de.

 

                                               *******************

            Halamın kocasının terzi dükkanı vardı. İyi, kötü geçinip gidiyordu. Bir sonbahar sabahı indim Dükkanyanı’na; doğruca gittim eniştemin terzihanesine. Çalışıyordu. Sabah sabah niye geldiğimi sordu. Mülayim ve sevilen bir adamdı. O nedenle sıkılmadan beni yanına çırak olarak almasını istedim. “Senin işin değil, yeğen ağa” dedi gülümser bir eda ile. İnce iştir terzilik. Yorar. Kazancı da ev geçindirmez. Benimkisi bir çeşit meşguliyet. Bence sen para getiren bir iş bulmalısın ki yıllarca yapacağın çıraklığa değsin.”  İkna oldum olmasına da fakat, kim beni yanına çırak olarak kabul eder diye düşünürken eniştemden şöyle bir tavsiye geldi:

            ‘Baban ne der bilemem, bence sen Jilet Osman’ın muavini ol. Şoförlük hem para getiren hem de çok yeni bir meslektir. Nitekim Jilet Osman, uçak pilotu muamelesi görüyor.”

            İkna olmuştum. Müsaade isteyip eve çıktım. Hiç umutlu olmamama rağmen, isteğimi hem anneme hem babama söyledim. İkisi de olumlu karşıladı ki o anda dünyalar benim olmuştu diyebilirim.

(devamı gelecek sayıda)