Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

Kemal MENCELOĞLU


EY HARUN, SALTANATINA GÜVENME!


Güvenme mala mülke bir gün edilir talan,

Neyin olursa olsun, bir gün olacak yalan.

Halife Harun Reşid, Bağdat çevresinde adamları ile birlikte geziye çıktığı sırada, ağaç altında uyuyan bir adam görür ve yanındakilere;

“Şu adamı uyandırın! Otların arasından çıkan bir yılan onu sokup öldürebilir." der.

Uyandırılan adam bakar ki karşısında Halife Harun Reşid var. Ona şöyle söylenir:

- Sultanım! Neden uyandırdınız beni? Rüyâmda padişah olarak seçilmiştim. Tahtımda oturmuş çevreme ne güzel emirler veriyor, hizmetçileri çevremde koşturuyordum.

Harun Reşid gülerek cevap verir:

- Efendi! Uykudaki padişahlıktan ne olur ki, işte böyle gözlerini açınca padişahlık falan kalmaz, yok olup gider!

- Sultanım! Benim padişahlığım gözümü açınca yok olup gitti. Seninki de gözünü kapayınca yok olup gidecek, aramızda büyük bir fark mı var sanki?

   Bu cevap karşısında düşünmeye başlayan Halife der ki:

- Efendi! Aslında uykuda olan sen değil benmişim. Ben seni yılandan kurtarmak için uyandırmıştım. Sen de beni saltanat gafletinden kurtarmak için uyarmış oldun.

Bundan sonra sıkça tekrar ettiği söz hep aynı olur: "Ey Harun! Gözünü kapayınca yok olacak saltanatına sakın güvenme!.."

 

MÜMİN GÖZE İNANIR, 

MÜNAFIK SÖZE

Harun Reşit ile devrinin maneviyat büyüğü Behlül Dânâ arasında yaşanan bir çok hadise insanlık alemine ışık tutmaktadır.

Biri dünya gözüyle, diğeri gönül gözüyle olaylara bakmakta, insanlar da bunlardan büyük dersler çıkarmaktadır.

Behlül bir gün Harun Reşid’in Saray’ının önünde yere bazı şekiller çizer. Sultan manzarayı görünce sorar:

“Behlül, ne yapıyorsun, o çizdiğin şekiller nedir?” Ev yapıyorum, plan ve projesini hazırladım, yakında yükselen yapılarını da göreceksin.

Harun Reşit pek anlam veremez. “Olur mu öyle şey? Sen ne yaptığını bilmiyorsun” der.              

Hemen köşkün penceresinden seslenen hanımı; “Behlül ne istiyorsun, evi kaça satıyorsun?” Diye sorunca, “ Abla müşteriysen veririm sana, bir kuruşa” diye cevap verir. Pencereden fırlatır kuruşu evi alır.

O gece rüyasında Harun da onun cennette bir köşk aldığını görünce, sabah olur olmaz Behlülü bularak kendisi için de bir ev yapmasını ister. Tamam der Behlül. Fiyatı sorulunca da elli bin altına satabileceğini ifade eder.

Olur mu böyle Behlül, dün bir kuruşa bugün elli bin altına, hazineyi versem yine alamam. Neden bir gecede bu kadar fiyatı artırdın dediğinde; Behlül, Beyefendi dünkü müşteri görmeden aldı, sen görünce alıyorsun.

Rüyanı söylememekle sırrını saklıyorsun ama sadece gözünün gördüğüne inanıyorsun. Fakat şunu bilesin ki, “Mümin söze münafık göze inanırmış Harun. Sen imanını kontrol etmelisin. “ Görmeden inanana mümin denir. Esas olan gaybe imandır. Gördükten sonra inanmamak, kör olmak demektir.

     

FİRAVUN DA İNANMIŞTI?!

Hak elçisi Musa’nın ve adamlarının peşine düşen, ona her türlü eza ve cefayı reva gören Firavun da daldı Kızıldenize. Musa gibi bir kul ve onun zavallı adamlarının geçtiği bir sudan benim gibi bir Tanrı nasıl geçemez, olur mu öyle şey? Demişti.

Tam boğulmak üzereyken, baktı ki inadın ve cehaletin bir faydası yok;” Musa’nın inandığı Allah’a ben de inanıyorum. “ deyiverdi. Halbuki İslam inancına göre, yeis halinde iman makbul değildir.

“Ey Firavun! Şimdi mi iman ettin! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun. Senden sonra geleceklere ibret olman için, bugün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan bir çoğu, hakikaten ayetlerimizden gafildirler. (Yunus Süresi, 90-91)

     Firavun bedeni mumyalanarak günümüze kadar muhafaza edilmiştir. Halen insanlar tarafından ibretle seyredilmektedir.

 

YATAĞINDA YATAMAYAN VALİ

“Fukara kalbine her kim dokuna,

Dokuna sinesi Allah okuna.”

Durum da aynen böyle işte. Doğru dürüst incelemeden, sıhhatli ve gerçekçi bir araştırma yapmadan masum bir insan zindana tıkılır.

Vali, rahat edemez, uyku uyuyamaz. Rüyasında aynı gece içinde,  tam üç kez tacının ve tahtının elinden gittiğini görür. Çağırır adamını, rüyasını anlatır, son zamanlarda hatalı ne yaptık diye sorar.

Oda masum bir insanı gerçekçi bir araştırma yapmadan hapse attıklarını ve adamın secdeye kapanıp devamlı ağladığını söyler.

Vali anlamıştır meseleyi, çünkü kişi yaptığını bilir ve talimat verir. “Derhal onu hapisten çıkarın ve huzuruma getirin .” der. O kişiye üç şey söyler.

1- Senden beni affetmeni istiyorum,

2- Yüzde yüz helal olan, anamdan bana kalan mirasımdan hazırladığım hediyemi kabul etmeni dilerim. Bilirim sizin gibi insanlar kaynağı şüpheli olan malı kabul etmezler.

3- Bundan sonra başın dara düştüğünde, işte telefonum istediğin zaman beni aramanı isterim. Aracısız, elçisiz bana gelebilirsin.

Sayın Valim, hakkımı aldın ama seni affediyorum. Bilirim ki affetmek soylu insanların işidir.

Hediyeni de kabul ediyorum. Kaldı ki, kaynağını da detaylı bir şekilde izah ettin. Almasam üzülürsün. Onda da sorun yok.

Üçüncü teklifine gelince, başım dara da düşse asla kapına gelmem, ziline basmam. Zira bana yaptığı zulmümden dolayı bir gecede üç defa tacını tahtını ters çeviren Allah’ıma gitmek var iken, sana niye geleyim ki? Senin gördüğünü bana gösteren Rabbime hamdolsun. Ben O’na giderim, gerekirse seni şikayet ederim.

 

Sana derim ey kadı, kalmadı işin tadı,

Bak göklere yükselir masumların feryadı.

 

Bu kadar acı ve ah, eder mi seni felah?

Kul hakkı çok ağırdır, kaybolur sulhu Salah.