Bugün, 29 Nisan 2024 Pazartesi

Abdulkadir DEMİR


ELVEDA YA ŞEHR-İ RAMAZAN…

ELVEDA YA ŞEHR-İ RAMAZAN…


Rahmetin sağanak halinde ruhlarımıza yağdığı mübarek ay; ELVEDA YA ŞEHR-İ RAMAZAN… 

 

Ramaza’nın son günlerine yaklaştığımız zaman içinse; (Ve âhiruhû itkun minen-nâr) "Müslüman kulların, mü'min kulların, Ramazan’a hürmet eden, Ramazan’da gayret eden kulların cehennemden azad olma zamanı." diye tarif ediyor. Yâni cehennemlik olacak suçları olduğu halde Ramazan bereketiyle affolup, cehenneme düşmekten kurtulup, Allah tarafından bağışlanıp, cehennemden azad olacakları zaman...

Biliyorsunuz yarışın da sonuna doğru, yarışçılar gayretlerini daha da arttırırlar. Birinci olmak için bütün kuvvetlerini, güçlerini ortaya dökerler, iyice hızlanırlar. Biz de öyle yapalım; Ramazan bitmek üzere, azaldı diye gayretlerimizi arttıralım Daha daha daha demeden.. Yapacaktık, edecektik demeden. Bu geceyi ve bu son günleri en iyi şekilde idrak edelim!!

Ah !! Mus’ab Bin Umeyr .. Mekkenin yakışıklı delikanlısı. Uhud savaşı öncesinde Peygamber Efendimize “hep yanınızda olacağım ve sizi koruyacağım size söz veriyorum” der. Uhud savaşında peygamber efendimize gelen bir hançerin önüne kendisini atarak malesef acı bir şekilde şehit edilir. Efendimiz (sav) sonra yanına gittiğinde, Mus’abın yüzünü toprağa gömülmüş bulur. Peygamber Efendimiz (sav) nedenini sordugunda; “Efendim Mus’ab size yanınızda olacağım diye söz vermişti ama sözünde duramadığı için utancından yüzünü toprağa gömerek şehit olmuştur” derler...

Mus’abın cenazesin de Peygamber Efendimiz küçük ve ürkek adımlarla ilerler. Bu duruma şaşıran Sahabeler sorar neden böyle yürüdüğünü:

“Musabı taşımak için gökten o kadar melek indi ki onların kanatlarına basmamak için böyle yürüyorum” der.

 Peygamber efendimize, sözümü tutamadım diyerek utancından toprağa yüzünü gömerek şehit olan Mus’ab Bin Umeyr. Ya bizler emanetine sahip çıkamadığımız için, yüzümüzü nereye saklayalım. Ya bizler sünnetine sarılmadığımız için yüzümüzü nereye gömelim. Ya bizler müslüman kardeşlerimize, yani efendimizin ümmetine sahip çıkamadığımız için yüzümüzü nereye dönelim.

 Elveda demeye ne gönlümüz razı nede ruhumuz.. 

Gönlümüz bu huzur iklimine henüz kavuşmuşken, gitmeni nasıl isteriz. 

Ruhlarımız rahmete doyamamışken, bir çocuk masumiyetinde Elveda diyoruz belkide..

Belki ömrümüzün son yılı olduğunun farkında olmadan, belkide bir daha kavuşamama ihtimalimizi düşünerek boyun büküyoruz. 

Halbuki daha edecek çok duamız vardı, daha var diye ertelediğimiz dünya telaşında, geldiğinin farkında olmadan gidiyor olmana gönlümüz razı olmadı. 

Daha sofrasına misafir olucaktık ağzı dualı bir yoksulun, yada misafir edecektik soframıza bir yetimi, rızaya tabi olabilmek için. 

Daha çeşit çeşit hazırladığımız yemekleri yemeden düşünecektik, Fakirleri garipleri kimsesizleri;

Daha sevdiklerimize samimi sevgimizi sunacaktık.

Lütfen farkına varalım.

Samimiyetle, hakkaniyete uygun işler yapalım, doğru sandığımız hal ve hareketlerimizi tekrar gözden geçirelim. Söz verdiğimiz halde defalarca caydığımız ibadetlerimiz için Rabbimizden bağışlanma isteyelim. 

Emanetine sahip çıkma, sünnetini idrak edebilmek için cesaret isteyelim. 

İrademizi güçlendimesini isteyelim. Evlatlarımıza, eşimize dostumuza ve dünyadaki tüm müslüman kardeşlerimize dualar edelim..

“Evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu ise Cehennem ateşinden kurtuluş”olan Şehr-i Ramazan’ın sonu göründü… 

Önümüz Bayram… 

Ramazan’ın sonlarına doğru mümin gönüllere bir tür hüzün çöker; bu mübarek ayı yeterince değerlendirememenin hüznü… 

Yakup Kadri Karaosmanoğlu mübarek ayın bizden razı olmadan çekip gittiği hissiyatını bir muhasebe niteliğinde dillendirir, “Veda Geceleri” başlıklı makalesinde. 

İşte Ramazan-ı Şerif’in sonuna eriyoruz. 

Mübarek ay bizi terk edip gidiyor. Fakat bana öyle geliyor ki, o bu yıl bizden küskün ve muğber olarak ayrılıyor. Zira bu yıl geçen yıllardan daha çok günah işledik. 

Gelecek yıl günahlarımız daha ziyade artacak. 

Zira devirler değişiyor. Devirlerle beraber gönüller de değişiyor. 

Gitgide hepimizden Allah korkusu kalkıyor. Peygamberin emrine itaat azalıyor. Birtakım bidatler eski adetlerin yerini tutuyor. Ahkâm-ı Kur’âniye yerine birtakım batıl kitaplara itikat ediliyor. Gençlerimizde ulü’l-emre itaat kalmadı. Büyüklerimizin kalbinde sıdk ve hulûstan, şefkat ve merhametten eser yoktur. 

Ey din kardeşlerim, 

günahlarımız başımızdan aştı. 

Mübarek ayın huzur-ı Rab’de bizim için şefaate yüzü kalmadı.

Vay halimize, 

vay halimize!..”

Yakup Kadri, cemaatin “Allah, Allah! Allah, Allah!” diyerek hıçkıra hıçkıra ağladığını, 

kendisinin de ‘ömrünün sonuna kadar Allah’ın emirlerine bağlı kalacağına ahdettiğini’ 

ama sonra bu sözünü tutamadığını anlatır ve ekler:

“Fakat çocukluğumdaki ahitlerin birçoğu gibi bittabi bunu da tutmadım. 

Sıtmalı bir gençlik rüzgârı, devrin girdaplarıyla karışarak bende iyi, saf ve masum ne varsa aldı götürdü. 

‘Ben’ derken biliniz ki mensup olduğum nesil namına söz söylüyorum. 

Bu neslin hiçbir şeye itikadı yoktu ve ihtirasları sonsuz idi. Mihver-i hareketi ya bir kin ya bir arzu idi. 

Kalbi genişlemiş bir mideye benzerdi. Ne verseniz doymayacak gibi görünürdü… 

Dinî hayata karşı mübalâtsızlığı (aldırmazlığı) ise şerefli bir şey sanırdık. 

Namaz kılmayı bilmiyoruz demeyi âlimane bir söz, alenen oruç yemeyi kahramane bir hareket sayardık… 

…Yirminci asır bizi aldattı ve Ramazan ayları bize küstü. 

Şimdi ne yapmalı? 

Nereye gitmeli? 

Dün gece odamın penceresinden minarelerdeki “Elveda” seslerini dinlerken 

birdenbire çocukluğumun Ramazan sonlarına doğru gönlümü kaplayan o eski hüznüne düştüm 

ve o küçük camideki beyaz sakallı hocanın sözlerini ve ondan sonra gençliğimin ilk devresini teşkil eden o kıymetsiz, o adi ve kaba yılları hatırladım. 

‘Çocukluğumdaki son vaazı dinlediğim günden bu son Ramazan’a kadar geçen zaman zarfında dünyaya ve ahirete layık ne yaptık ne işledik?’ diye kendi kendime sordum. 

Arkamızda bıraktığımız bu uzun yolda şüpheden, tereddütten, yeis ve elemden, tatmin edilmemiş iştihalardan ve bir sürü küfür ve isyandan başka ne var? 

Yüksek, asil ve ulvî sıfatlarına müstahak nasıl bir eser bıraktık? 

Bugüne kadar bütün ömrümüzün hulasa-i manası hep sur ve şûriş, hep fitne ve nifak değil midir?

Elveda ey Ramazan, elveda! 

Asır bizi aldattı, sen bize küstün. 

Halimiz ne olacak? 

Nerede şifa, nerede gufran bulacağız? 

Bu yıl milyonlarca Müslüman’ın gözlerinden çeşmelerden akan sular gibi yaşlar boşanıyor. 

Senelerden beri çeşmelerden akan sular gibi milyonlarca Müslüman’ın damarlarından oluk, oluk kanlar aktı. Bu yaşlar, bu kanlar günahlarımızı silmeye hâlâ kâfi gelmiyor mu?” 

 

İbn Haldun, “geçmişler geleceğe suyun suya benzediği kadar benzer” der. 

Yakup Kadri’nin tasvir ettiği 1920’lerin gençliği ile bugünün gençliği ne kadar da birbirine benziyor! 

Üstelik Müslümanların gözyaşları da damarlarından akan kanlar da aynı… Bir farkla ki; günümüzün Müslüman toplumlarında ve özellikle bizde seküler hayat tarzı, 

Aliya İzzetbegoviç’in tespitiyle- ‘hiçbir alternatif bırakmayacak derecede yaygınlaştı, Müslüman hayatının en mahrem alanlarına kadar sızdı ve her şeyin normal karşılandığı izafi, kaygan, belirsiz bir ortama’ vücut verdi…

Ramazana veda ederken

Sonu kavuşmak olan her ayrılık güzeldir deriz.

Sonu mutluluk olan, her sıkıntı güzeldir...

Allah ömür verirse gideriz ve döneriz...

Sonu vuslatsa eğer ayrılmakta güzeldir...

                   

İşte geldi...

Hoş geldi... demiştik....

Ve şimdi vedâ kokuyor her yer...

Son anlar...

Son günler..

Son dokunuşlar..

Son hesaplaşmalar yürekte..

Bir vedâ mı, bir ayrılık mı,

yoksa gönül huzuru ile uğurlamak mı...                     

Mübarek ramazanın son günlerine yaklaştığımız bugünlerde iftar sofralarında hem bereketin hem de huzurun eksik olmamasını yüce Rabbimden diler afiyet dolu iftar sofraları yaşamanızı ve yaşatmanızı dilerim..

Allah’ın selamı, selameti, sıhhat ve  âfiyeti, rahmet ve merhameti, şefkat ve muhabbeti, kerem ve bereketi, af ve mağfireti üzerimize olsun...

Dualarımız makbul olsun...

Ramazan ayının ve ömrümüzün kalan günlerinde samimi tövbeler edip ateşten azat olmak duasıyla…