Bugün, 29 Mart 2024 Cuma

?Yazmak vİcdânî bİr görev ve sorumluluktur!?

?Yazmak vİcdânî bİr görev ve sorumluluktur!?

 

 

SC: Sizi kısaca tanıyoruz ama, biz ve okurlarımız için biraz daha detaylandırarak anlatır mısınız kendinizi?

NK: Elbette. Öncelikle, bu imkânı verdiğiniz için teşekkür ediyoruz. Biz de aslında okuyucularımızla daha yakından tanışmak isteriz. Diğer yandan, bir yerel basın olarak böylesi gayretler göstermeniz takdîre şâyan. Bu noktada sizleri tebrikten sonra sorunuzun cevâbına geçebiliriz.

1957 Hazîran’ının 8’inde, Ordu-Ulubey’e bağlı Eymür Köyü’nde doğdum. İlkokulu köyde, Orta ve Liseyi de Ordu İmam-Hatip Okulu’nda tamamladım. 1975’de girdiğimiz  İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü’nden mezun olduğumuz yıl; 1979. Lüleburgaz’da 5 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra 4 yıla yakın da Ordu-Akkuş İmam-Hatip Lisesi’nde idârecilikte bulunduk. Oradan ayrıldığımız 89-90 Öğretim yılını, MEB’nin meslekî staj için gönderdiği Cezâyir Üniversitesi’nde geçirdik. Bu arada, umre, öğretim, seyâhat gibi çeşitli vesîlelerle Kuzey Afrika, Ortadoğu, Balkan ve Kafkas ülkeleri yanında Fransa’yı görme imkânı bulduk. En son, Ordu İmam-Hatip Lisesi öğretmeniyken 2005'de emekli olduk. Şu an, rahmetli babamdan intikâl eden, daha çok oğlumun ilgilendiği bir ticâretimiz var. Günlük oyalanma mekânımız orası. Burası daha çok, bir adresimiz gibi. Köşe yazılarımızın çoğunu da burada yazıyoruz.

SC: Tamam hocam, meselâ biz, özellikle gazetemizdeki yazılarınızla tanıyoruz sizi. Başka yayın organları da var yazdığınız. Bu yönle ilgili yaptıklarınızı biraz açar mısınız?

NK: Evet, haklısınız. 10 yılı aşkındır günlük gazetelerde köşe yazıyoruz. Hattâ, öteden beri aralıklı yazdıklarımız katılırsa daha da fazla. Yalnız ondan önce, yarım asır ötesine gitmek gerekir. Bu tutku bizde çocukluk günlerimizden bu yana mevcut. Orta-lise dönemi yazı defterlerim duruyor. Şiirler, şarkılar, kırık-dökük hâtıralar o günlerimizin kokusunu taşıyorlar hâlâ.

Sonraları, olgunlaşan şiir ve yazılarımız, çocuk dergileri başta olmak üzere Sebil, Boğaziçi, Türk Edebiyatı, İslâmî Edebiyât, Hakses, Altınoluk, Ay Vakti, Dil ve Edebiyat, Ordu Kuzey Yıldızı, Şadırvan, Taflan gibi dergiler, Yeni Devir, Millî Gazete, Sağduyu ve Yeni Akit gibi gazetelerde yayınlandı, yayınlanıyor.

Şiirlerimizin kimileri, ders kitapları ve antolojilerde yer aldı. Bestelenenler oldu.

Ümit Çiçekleri ve Bahr-i Sevdâ adlı iki şiir kitabımız var.

Evli olup, Sevdenur, Betül, Sâlim Ensar ve  Yûsuf Kerem adlarında dört çocuk babasıyım. Şunu da ilâve edeyim ki, Mart ayından bu yana Nilüfer dedesiyim de aynı zamanda elhamdülillâh.

SC: Hayırlı olsun hocam; Allâh güzel günlerini göstersin. Tebrik ederiz. Hocam, bildiğimiz kadarıyla dernek faaliyetleriniz de var sizin. İsterseniz biraz da bu yöndeki çalışmalarınızdan, sosyâl faaliyetlerle ilginizden de bahseder misiniz?

NK: Hayâtımızın STK tarafı hep vardı sanki. Daha başta, lise yıllarından bu yana sosyâl faaliyetlere ilgimizin olduğunu söylemek gerekir. Etkinliklerine katılıp programlarını tâkip ettiğimiz MTTB gibi kuruluşlar vardı. Millî Gençlik Vakfı, Yeniden Millî Mücâdele ve Ülkücü Gençlik gibi sağduyulu kuruluş ve bunların kimi konferans ve sohbetlerine de katılırdık. Yayınlarını alır, okurduk. İstanbul’a gidince de, özellikle MTTB eksenli program ve yayınlara ilgimiz devam etti.

Okulu bitirip görev aldıktan sonra buraya geldiğimizde, Türkiye Yazarlar Birliği Ordu Şûbesi’nin kuruluşunda yer aldık. Üyeliğimiz devam ediyor. Ensar Vakfı’nın da 13 yıl Ordu Şûbe Başkanlığı'nı yürüttük.

Bu süreçte Ordu Ensar adlı bir dergi-bülten yayınladık. Belki biliyorsunuz, Ordu Hayat Gazetesi'ni bir grup olarak bizler kurmuştuk. 5 yıl süreyle onun yöneticilik ve köşe yazarlığını yaptık. Bu noktayı yukarda belirtmeyi unuttuk gâlibâ. Daha sonra Hürses gazetemiz başta olmak üzere, Ordu Vizyon, Lüleburgaz Hür Fikir, Ulubey Yorum ve Ordu Vona, orducu.com, orduca.com, haberordu.com, kerasushaber.com gibi çeşitli yerel yayın organları ve internet haber sitelerinde yazmaya başladık, hâlâ da devam ediyoruz.

SC:Öyle anlaşılıyor ki, özellikle yazmaya ve yayınlara ilginiz çok. Bu yazma hissinde ne etkili oldu sizin üzerinizde? Ya da, niye böyle hep yazıyorsunuz?

NK: Güzel bir soru. Evet, niye yazıyoruz? Şöyle söyleyebilirim. Daha ilkokuldayken okumak çok hoşuma giderdi. Özellikle o kâfiyeli, anlamlı, daha çok memleket temalı şiirleri okumak. Rahmetli babam beni şiir okumaya çalıştırırdı. Şiiri ev ortamında okutur, şöyle oku, böyle hareket yap falan gibisinden yönlendirirdi. Meselâ, “Bu vatan!” derken ayağını şöyle yere bir vur şekliyle. İşte o ayağın yere vurulması yazmaya ve yazıya vurgu gibi işlemiş içimize. O zamanlar kendimizce günlükler yazardık. Bu daha çok şiir tarzında olurdu. Olayları acemice de olsa şiirleştirirdik. Bunları şimdi çok çocukça buluyoruz ama, keşke daha çok yazsaydık, çizseydik diyoruz yine de. Çünkü her biri o zamanki hâtıraların duruluk ve doğallığını yansıtıyor; o günleri hatırlatıyor.

Yazma tutkusunda okuma sevgisi önemli. Bu ruhun oluşmasında yine rahmetli babamın etkisi var. Şöyle ki, o zamanlar köyde yaşamamıza rağmen o bize, çarşıdan ekmek getirdiği kadar gazete ve dergiler de getirirdi. Evimizde takvim hep olurdu. Babamın cep takvimi ayrıca bulunur, orada kısa günlük, not ve hesapları yer alırdı. Bunlardan bir kısmı hâlâ duruyor. Askerlikte tuttuğu ders notları, adresler, asker arkadaşları, yazdığı şiirler, şarkılar vs. Şimdi düşünüyorum da, bunların bizim üzerimizde mutlakâ doğrudan ya da dolaylı etkisi olmuştur.

SC: Yazmak nasıl bir şey? Meselâ, bâzıları bir kart bile yazmakta zorlanır. Şimdi mâlum, mektup ta yazılmıyor. Her şey dijital. Kısa cümleler. O da zoraki. Siz nasıl yazıyorsunuz?

NK: Bir önceki sorunuzda yer alan, niye yazıyorsunuz kısmında saklı bunun cevâbı. Yazmak, her anlamda zor. Çünkü, aldığı zaman îtibârıyla zorluğu yanında, her şeyden önce riskli bir alan oluşu ve de sorumluluğuyla zor. Sonuçta, lâf olsun diye yazmıyorsunuz. Herkesi ilgilendiren konularda yazıyorsunuz. İster istemez kişisel ya da kurumsal uygulamalarla ilgili tenkitleriniz, en azından onların yaptıklarını hoş karşılamamak anlamına gelebilecek teklifleriniz oluyor. Bir yerde ya da uygulamada kirlilik veyâ grilik gördüğünüzde, sorumluluk duygusu ya da vicdanınızın sâikiyle, suya sabuna dokunma lüzûmu hissettiğiniz zamanlar oluyor. Ne kadar iyi niyetle de yazsanız, beğenen oluyor, beğenmeyen oluyor. Bu kaçınılmaz bir sonuç. Herkeste nefis var.

Meselâ, Ordu Hayat’ın imtiyaz sâhibi olduğumuz dönemlerde sâdece doğrulardan taraf olmak adına objektif davranmaya çalıştık. Gel gör ki, CHP’li Belediye olduğu kadar, hükümet çevreleri de, bizlere gazete olarak “bizden değil!” gözüyle baktılar. Demek ki, iki tarafın da yaptığı tamâmen doğru olmalıydı ki, bize ne oluyordu?

Yâni, şudur ki, adâletli yazmaya çalıştığınızda iki taraf ta sizi kendisinden kabul etmiyor. Kendinden kabul etmesi için etliye sütlüye karışmamak bile yetmiyor. Yalakalık yapacaksın. Yanlış ta olsa, yaptıklarının övülmesini, hiç olmazsa ses çıkarılmamasını istiyor herkes. Bize göreyse, o zaman, yazmanın ne anlamı var? Kaldı ki, siz düşmanlık olsun diye özel bir gayretle değil, apaçık bir yanlışlığı, karşı tarafın da, memleketin de, o kişi ya da kişilerin kendisinin de hem dünyevî, özellikle de uhrevî bakımdan hayrına olarak engelleme niyetiyle uyarıda bulunuyorsunuz. Ama, gayrimeşrû da olsa, o insanlar bunun kendi lehlerine olduğunu düşünüyorlarsa yapacak şey yok. Siz onların gözünde kötü oluyorsunuz. Yaranamıyorsunuz ve hattâ, işiniz düştüğünde memnûniyetsizlikleri insânî muâmele ve tüm işlemlerinize yansıyor. Siz ne kadar haklı olursanız olun. Meselâ ben, yazılarımız yüzünden başta belediye olmak üzere çeşitli kurumlar nezdinde mahrûmiyetler, hattâ azımsanmayacak ölçüde mahrûmiyetler yaşadığımızı, en haklı olduğumuz yerde bile ilgisizliğe, hakkımızın göz göre göre ketmine dûçâr kılındığımızı düşünüyorum.

Meselâ, hatırlayınız, önceki vâlilerimizden birisi döneminde, iktidarın belediyeyi kazanamaması üzerine bunun sebeplerine dâir bir yazımızdan dolayı gazetemize baskı yapıldığını, dönemin vâlisince yazılarımıza yasak getirildiğini. Yine, şu an vekil olmayan bir eski siyâsetçimizin, bizim gibi ilâhiyâtçı olmasına, kendisiyle belki de en iyi anlaşmamız gerekirken buna ihtiyaç duymadan, bizimle hiç görüşmeden, işin hakîkatini anlama gibi bir güzelliğe tevessül etmeden, partisinin ve de ülkemizin, özellikle yöremizin hayrına serdettiğimiz düşünceler, yer yer eleştiri ve teklifler bağlamında hakkımızda sivri dilli ifâdesini telâffuz ederek, il teşkilâtı nezdinde bizi sakıncalı piyâde vasfıyla mahkûm etmiştir. 

Tabiî tüm bunlar, yazıdan, yazılışından değil, içerik ve üslûbundan kaynaklanıyor. 

Bu meseleyi, işlenen konuların nâzikliği ve uzandığı noktalar bağlamında, muhtevâsına göre ulusal ve global boyutlara uzatmak ta mümkün. Bunun örnekleri, internet gazetelerindeki yazılara yapılan yorumlarda da açık açık görülmektedir. Terör örgütleriyle ilgili olduğu kadar, bilhassa tarikat kabullerine yönelik eleştirel yazılar da aşırı tepki, hakâret, hattâ tehditlerle karşılanabilmektedir. Bu ülkemizin bir gerçeğidir. Yazanlar, tüm bunları göze almak durumundadır.

Her neyse, sayın Yayla; diyecek şu ki; yazı kayıttır. Söz gider, yazı kalır demişler. Filhakîka, sonuçta, biz de biraz bunun için yazıyoruz. Bir bakıma, zamâna not düşüyoruz kendimizce. Diğer yandan, Efendimiz(SAV)in önemine işâret ettiği sağlık ve boş zaman noktasında, onu hayırla geçirme adına bir gayret, bize verilmiş bir kâbiliyet ve de halkın sağladığı imkânlarla kazanılmış özelliklerin getirdiği bir sorumluluk olarak görüyoruz yazıyı. Yazıyla geçen zamanımızın boşa geçmediğini, hayır hânesine kayıt düşüldüğünü düşünüyoruz. Dolayısıyla, görevimizi îfâ düşüncesiyle kaleme aldıklarımızın, ilerde bizim hayrımıza şâhitlik edeceğini, öbür âlemde de Fâtiha bereketi olarak amel defterlerimize yansıyacağına inanıyoruz. Yazma serüvenimizin altında bu var ve zorluğunu kabulle berâber göğüslemenin sebebi olarak ta bu espriyi ileri sürebiliriz. Her şeye rağmen, halka ve Hakk’a karşı görevini yapmaya çalışmanın huzûrunu veriyor bize yazı. Bu da, bir kazanç olarak bize yetiyor. Başka bir beklentimiz yok.

SC: Bu bağlamda Ordu Basın hayâtını ve kültür faaliyetlerini nasıl değerlendiriyorsunuz diye soracağım size? Sizce, basın ya da kültür çevreleri, veyâ ilgili birimler üzerlerine düşenleri yapıyorlar mı?

NK: Sorunuz güzel, hem de çok çok güzel ama, ille bana sivri dillilik yaptıracaksınız! Maalesef hayır. Turizm ne kadar gayretteyse, onun diğer kanadı olan kültür o kadar atâlette. Yöneticiler parayı bastırarak astronomik rakamlarla programlar düzenliyorlar. Kitapçık boyutunda faaliyetler gözüküyor. ayın her günü bir şeyler var gibi ama, hakîkâtte özgül ağırlığı olan, halka yansıyan, tabanla bütünleşen, sadre şifâ olacak, birebir kültürü canlandıracak etkinlikler yok. Profesörler boş salonlara konuşuyor. Gelenlerin de çoğu personelden ya da öğrencilerden yığma, toplama şeklinde. Böyle olmamalı.

Büyük Şehir olduk ama, küçücük bir kültür dergimiz bile yok henüz. Bu, kurumlar için böyle olduğu kadar, sendikalar, dernekler, hattâ üniversite için de böyledir. Ciddî, damardan, yerli, üretken kültürel bir çabadan söz edemiyoruz hiç biri için. Kültür hayâtımızın baş aktörleri mesâbesindeki şâir ve yazarlarımız, sanatçılarımız için de böyle bu. Her kes kendi hayâtını yaşıyor. Şehir ve gençler umurlarında değil. Bir çoğu, ulusala, hattâ globala hitap etme adına kentini ıskalıyor ve de ona karşı bir vefâ, ekmek, su borcu olduğunu düşünmüyor. Bir dünyâ sanatçısı olarak, biyografilerinde doğdukları yerin adını telâffuzdan bile imtinâ ediyorlar. Kimisi il il, okul okul dolaşarak çocuklara gülücükler dağıtıp kitap satma, körpe duyarlılıklar üzerinden menfaat celbi peşinde. Ama onları yetiştirecek bir fidanlık olarak bir dergi çabası, elini cebine atma, birazcık fedâkârlıkta bulunma düşüncesi yok. Aksine, kurdukları, sözüm ona kültür, sanat, edebiyat dernekleri üzerinden, uyduruk proje ve programlarla para devşirme sevdasındalar. Çocuk, şiir, edebiyat, kültür gibi mânevî kavramlar çerçevesinde bir nevî istismara şâhit oluyoruz. Kimsenin, ne Hakk’ın, ne de halkın rızâsı umûrunda. Onun verdiği kâbiliyetler, halkın sağladığı imkânlar hevâ ve heveslere, bencilliklere kurban. Benim gördüğüm bu. Elbette müstesnâlar müstesnâ. Onlara selâm olsun”

SC:Hocam, bakalım bu görüşleriniz nasıl karşılanacak? Oldukça dikkât çekici, farklı yaklaşımlar bunlar. Ancak, bizim burada sormak istediğimiz bir şey daha var; onca yazmanıza karşılık sâdece 2 kitap ismi saymanız. Onlar da şiir kitapları gâlibâ. Köşe yazılarınızı da kitaplaştırmayı, ya da farklı türde kitaplar yayınlamayı düşünüyor musunuz?

NK: Çok haklısınız. Bu yazılardan, tasniflerle berâber bir çok kitap çıkarılabilir. Bu yönde bir beklenti de var. Ancak bizim önceliğimiz yine de şiir türünde. Köyüm Eymür’e dâir, destan diyebileceğimiz uzun bir manzume ve nâme türü halk edebiyatı tarzı şiirlerimizden oluşan kitaplar bunlar. İnşâllâh deyip bir an önce yayınlanmasını temennî edelim. Bu, hem bizim için, hem de Ordu kültürü adına bir kazanç olacaktır. Kitaplar yazar için, bu anlamda bir toparlanma anlamı da ifâde ediyor. Dağınık bulunan yazılar bir araya gelmiş, sancı doğumla netîcelenmiş, rahatlanmış olunuyor. Bunun da elbette ayrı bir heyecanı var. Kitaplar, yazarlarının çocukları gibi. İnşallah, en kısa zamanda diyelim.

SC: Hocam,bize zaman ayırdınız. Ayrıca verdiğiniz bilgiler için size çok teşekkür ediyor, hayırlı uzun ömürler diliyoruz. Sağolun, varolun.Yine görüşmek temennîsiyle.

NK: Ben de teşekkür ediyor, sizlere ve okurlarımıza selâm, sevgi ve saygılar sunuyorum.  

ÖZEL RÖPORTAJ/ SERCAN?YAYLA



  • Cuma 15.4 ° / 9.7 ° Bölgesel düzensiz yağmur yağışlı
  • Cumartesi 16.3 ° / 9.1 ° false
  • Pazar 17.9 ° / 9 ° false