Bugün, 28 Nisan 2024 Pazar

Abdulkadir DEMİR


ZEKÂT BİR İMAN TESTİDİR!

ZEKÂT BİR İMAN TESTİDİR!


“Onlar zekâtı vermeyen kimselerdir. 

Onlar ahireti de inkâr ederler.”(Fussilet–7)

 

Allah Resulü buyurmuşlar;

“İslâm binasının iki direği vardır; 

Birisi Namaz, diğeri zekâttır. 

Temeli iman,  çatısı da cihattır. 

Dilini tutarak;  buna sahip ol! 

İslam’ın binasını yıkma!”

 

Namaz ve Zekât direkleri yıkılırsa; 

İslam'ın ayakta kalması çok zor olur.

Zekâtını vermeyenin; 

Malı ve nefsi kirli kalır. 

Yüreği daralır şükredemez olur.

O mal kendisine haramdır,

Fakirin hakkını çalmıştır,

Helal malını haram yapmıştır.

 

Allah’a değil mala tapmaya başlar.

Namaz ve zekâtla bütünleşmedikçe; 

Kelime-i Şahadeti söylemenin,

Çok bir faydası yoktur.

 

İNFAK VE NİFAK

İnsanın canı ve malı kirlenir,

Zekâtı verilmeyen mal;

Haramdır, azabı vardır, kirlidir.

 

Ramazan büyük temizlik günleridir.

Oruç canımızı, zekât malımızı temizler.

 

Nifak ile infak aynı kökten gelir;

Münafığın baş özelliği nifaktır,

Müminin özelliği de infak(zekât)tır.

Zekât imanımızın test edilmesidir.

 

Mümini kâfirden iman ayırır,

Mümini münafıktan infak ayırır.

Cebrail’in duası, Peygamberimizin âmini;

Ramazanda temizlenemeyene yazıklar olsun…

 

Hazret-i Mevlânâ -kuddise sirruh-, dünya malına muhteris olup âhirete iflâs etmiş bir hâlde giden kimselerin hâline hayret ederek şöyle buyurur: “İnsana ne oluyor da altının ve dünya malının kölesi oluyor? Hak yolunda harcanmayanlar nedir? Neyi ifâde eder? Dünya malının esiri olarak onun kapısında yılan gibi kıvrılıp yerlerde sürünmek zilleti, insanı göklere eli boş gönderen bir sefâlet sebebi değil de nedir!..”

 

İTİRAF!

Kul olma derdimiz yok!

Almayı istediğimiz ev, 

Bineceğimiz araba ve,

Paraya kulluk ediyoruz!

 

Uyku sabah namazından,

İsraf zekâtımızdan,

Seyahat Haccımızdan!

Ziyafetler orucumuzdan önde!

 

Bütün bunların sebebi;

Yarım ağızla söylediğimiz, 

Kelime-i şehadetimiz...

Tevazu peçeli kibrimiz riyamız!

 

Yüzümüzde tebessüm yoksa...

Kibrimizi yenemiyorsak... 

Patronumuzun karşısında

Kalbimiz küt küt atıyor da,

Namaz, ezan bizi 

Heyecanlandırmıyorsa… 

Bir şeyler eksik demektir.

 

Kibir şeytana hastır,

Şeytanla dost olanın, 

Âkıbeti iflâstır.

 

Dünya hırsı doyurmaz, 

Yedikçe aç kalırsın;

Kibirde yükselirsen, 

Kabirde alçalırsın...

 

Nefis ve günahlar 

Huzura katran döker,

Şeytan ancak, 

Eûzubesmeleyle diz çöker...

 

İnsan, yaratılışı itibâriyle dünyaya meyyâldir. Dünya malı nefse câzip gelir. Ona aldananlar doymak bilmezler. Allâh Rasûlü -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu gerçeği şöyle ifâde buyurur:

 

“Âdemoğlunun iki vâdi dolusu malı olsa üçüncüsünü ister. Onun karnını ancak toprak doldurur...” (Buhârî, Rikâk, 10)

 

Mal yığıldıkça insanın hırsı artar, muhteris olur. Gözünü madde ve mal hırsı bürümüş olan insanda, merhamet ve şefkat hissi azalır. İnfâk etmek ona zor gelir. Nefsi ona: “Daha zengin ol; ilerde daha çok infâk edersin!” diye telkinde bulunur. Böyle insan, rûhen hasta, bedenen muzdariptir. Değerlendiremediği şu dünya gününde:

“Yarın yaparım diyenler helâk oldu!..” sözünün muhtevâsına dâhil olan bedbahtlardandır.

İnfakla Takva'ya ulaşmayı ve Cenneti kazanmayı hak eden hayatüs’sahabe’den çarpıcı bir örnek verelim;

“Bir adam Hz. Peygamber’e gelerek:

– Ben açım, dedi. Allah’ın Resûlü hanımlarından birine haber göndererek yiyecek bir şeyler istedi. O da:

– Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki evde sudan başka bir şey yok, dedi. Efendimiz bu sefer diğer bir hanımından yiyecek bir şey istedi. O da aynı cevabı verdi. Daha sonra Resûl-i Ekrem, öteki hanımlarından da aynı cevâbı alınca ashâbına dönerek:

“– Bu gece bu şahsı kim misâfir etmek ister?” diye sordu. Ensâr’dan Ebû Talha (r.a.):

– Ben misafir ederim yâ Resûlallâh, diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca hanımına:

– Resûlullah’in misafirini ağırlayalım, dedi. Sonra:

– Evde yiyecek bir şey var mı, diye sordu. Hanımı:

– Hayır, sâdece çocuklarımın yiyeceği kadar bir şey var, dedi. Sahâbî:

– Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misâfirimiz içeri girince de lâmbayı bir bahaneyle söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım, dedi.

Sofraya oturdular. Misâfir karnını doyurdu; onlar da aç olarak yattılar. Sabahleyin Ebû Talha Peygamber Efendimiz’in yanına gitti. Onu gören Allah Resûlü:

«– Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ râzı oldu.» buyurdu.” 

(Buhârî, Tefsîr, 59/6)

Kur’an ısrarla yardıma, infaka ve paylaşıma vurgu yapar;

ona inanan mümin ise imkanı olduğu halde muhtaca vermez, ama "Ya Rabbi! Fakirlere yardım et" diye Allah'ı göreve çağırır.

Çağımız, servetin en yüksek olduğu,

Açlığın en çok yaşandığı bir çağdır.

İhtiyaç varsa infak mecburidir.

 

Vermenin infakın oranı; 

Verenin ölçüsü “ihtiyaç fazlası”

Alanın ölçüsü “ihtiyaç miktarıdır.”

 

Kocası iftar saatinde eve geldi

Hanımı; “evde ekmek yok” dedi,

Çocuklara sarılıp bir süre ağladı. 

Sonra da arka odaya geçti. 

Adam kendini tavana asmıştı!

Bir sigara parası kadar olsaydı!

Bir kola parası kadar olsaydı!

Ekmek alıp kendini asmazdı!!!

 

İnfak zenginin imtihanıdır. 

Fakirin hakkını vermeyenler; 

Pahalı evlerde oturmak, 

Pahalı arabalara binmek, 

Daha fazla zenginleşmek için,

 

Kimlerin yaşamını çaldığını? 

Çocukların lokmasını,

O babanın hayatını, 

O annenin ümitlerini… 

Bunun adına ister hırs,

İstersen tamahkar deyin!

 

Namaz ve zekâtla bütünleşmedikçe, 

Kelime-i Şahadeti söylemenin

Çok bir faydası yoktur.

 

Çağımız, servetin en yüksek olduğu,

Açlığın en çok yaşandığı bir çağdır.

Kişileri öldüren açlık değildir,

Kişileri öldüren cimriliktir.

“İnsan” ve “İslam” olmanın şartı;

İhtiyaç varsa infak mecburidir.

 

Vermenin, bir oranı yoktur, 

Oran; verenin “ihtiyaç fazlası”

Alanın da  “ihtiyaç miktarıdır.”

 

Zengin, fakirin hakkını vermediği için,

İnsanlar fakir düşerler. 

Fakirliğin sorumlusu zengindir.

İmtihan, zenginin imtihanıdır. 

 

NE GEREK ! 

Nefsin, irâdeni takmış sürükler;

Kibrin, bencilliği durmaz körükler;

Dilin, her günâhı şeytana yükler;

Sana, senden başka düşman ne gerek!

 

Bâtılı hak bilir, yola çıkarsın;

Rüşvet diye, türbede mum yakarsın;

Mavi boncuk takar, fala bakarsın;

Putlar mekânında, akıl ne gerek !

 

Hasta anan gezer, baston değnekle;

Mayısın haftası, gelsin ki bekle.

Borç ödersin, sene de bir çiçekle,

O kırık vazoda, çiçek ne gerek !

 

Bülbüle ne fayda, o güzel sesten?

Sanma ki; mutludur, altın kafesten,

Hangi tâc değerli, hür bir nefesten.

Vicdânı susturan, servet ne gerek !

 

Güyâ doyurmakla, bir kaç fakiri;

Sanma ki; arınır, servetin kiri.

Bir elin Kur'ân'da, kadehte biri;

Münâfık sözüne, sözlük ne gerek !

 

Yıllar, seller gibi akıp giderken,

"Kâbe" diyenlere, dersin ki: "erken !"

İsrâfil, kıyâmda Sûr'a üflerken;

Berzâh kapısında, "eyvah !" ne gerek !

 

Bir "moda" salgını, almış yürürken;

Varlık şuurunu, şehvet bürürken;

Hevâ toprağında, tohum çürürken;

Bu batak tarlada, harman ne gerek !

 

Hak diyene, kara damga vuranda;

Dürüstlüğü, aptallığa yoranda;

Zekâttan kaçmaya, fetvâ soranda,

Kara servetlere, hayret ne gerek !

 

Yalandır.. Dünyada bütün alkışlar,

Bunu haykırıyor, dikili taşlar.

Ölümsüz yolculuk, ölümle başlar;

Sana, Hakk'tan başka, bir dost ne gerek!

 

Ey ! Bugün kendini aldatan insan;

Yarın bakacaksın, karşında Mîzân.

Haydi.. Göster artık, birazcık iz'ân,

Daha bundan başka, gerçek ne gerek !

(Cengiz NUMANOĞLU)

 

Paranın gittiği yerden geldiği yer belli olur! 

Hikmet ehli zatlar buyuruyor ki:

Çok zengin biri camiye gider. Yanına da tesadüfen fakir ve garip birisi namaza durur. Aslında o bir Allah adamıdır. Namazdan sonra bu fakir, duasında, yemeklerin isimlerini de sayarak, (Yâ Rabbi, acıktım, bana şu yemekleri gönder!) der. Zengin, bunu işitince, kendisine duyurmak için böyle dua ettiğini zannedip ona, (Kardeşim, ne diye böyle dolaylı yoldan söylüyorsun, açıktan isteseydin verirdim) der. Fakir, (Ben Rabbimden istedim, sen de kimsin?) der ve bir kenara çekilir, uyumaya başlar. Az sonra birisi, elinde tepsiyle gelir. Fakiri uyandırıp, (Efendim, yemekleriniz geldi. Ben dışarıda bekliyorum, yemekten artan olursa alacağım) der. Tepside fakirin duada istediği yemeklerin aynısı var. Zengin şaşırır. Merakla dışarı çıkıp yemeği getirene der ki:

 

- Sen kimsin, bu fakir kim, bununla ne ilgin var?

 

- Ben hamalım. Bugün yükünü taşıdığım zengin, on lira yerine, yüz lira ihsan etti. Eve çokça erzak alıp götürdüm. Hanım yemekleri yaptıktan sonra, bir kenarda uyuya kalmış. Rüyasında Peygamber efendimiz ona, (Bu yemekleri, şu camide bir Allah dostu var. Ona gönder, ondan arta kalanını yerseniz, çok bereketini görürsünüz. Bunu yaparsanız, Cennete gireceğinize kefil olurum) buyurmuş. Hanım da, (Baş üstüne Yâ Resulallah) demiş. Uyanınca durumu bildirdi. Ben de yemekleri getirdim. O zenginin parası, ne hayırlıymış ki, o parayla bu nimet bana nasip oldu.

- O sana yüz lira verdi, ben beş yüz vereyim, o sevabın bir kısmını bana ver!

- Cenab-ı Peygamber, Cennete girmeme kefil oluyor, sen beş yüz lirayla bunu elimden mi alacaksın? Dünyayı versen kabul etmem.

İmam-ı a’zam hazretleri, (Paranın gittiği yerden, geldiği yer belli olur)buyuruyor. 

Birinci zenginin parası hayırsızdı, hayırlı işe nasip olmadı. Ama ikinci zenginin parası hayırlıydı, Allahü teâlâ ona bu hayırlı işi yaptırdı. Hem kendisi, hem hamal, hem de hanımı kurtuldu. Peygamber efendimiz, (Hayra vesile olan, hayır işlendikçe sevab kazanır, şerre alet olan, o şer yapıldıkça kendisine günah yazılır) buyuruyor. Kendi paramızla, kendimizi Cehenneme atmak olacak şey mi?

Demek ki marifet, çok kazanmak değil, helâlinden kazanıp, helâl yere sarf etmektir. Harcamak, kazanmaktan daha önemlidir. O halde parayı, âhiretimizi kazanacak şekilde İnfak etmeliyiz...